“Ben” derken kimden bahsediyorsun?

Kadir Göktuğ Üver - 208


“Ben” derken kimden bahsediyorsun?

"Çünkü insan, birey olarak yalnız kendi kişisel hayatını değil, aynı zamanda, bilinçli veya bilinçsiz olarak, kendi çağının ve çağdaşlarının hayatlarını da yaşar..." Sözü bize verilen konu ve ben çok temelden alacağım, öncelikle bireyden, sonra çevreden en son da çağın çevreye etkilerinden bahsedeceğim. Söylemek istediklerim var.

İnsan, doğduğunda John Locke’un bahsettiği gibi boş bir levhadır. İçerisinde hiçbir yazılım yüklü olmayan bir bilgisayar gibi. Sonra birileri gelir, aile denilen. İster kodlayıcı de onlara ister eline aldığı levhayı dolduracak bir usta. Pek bir iraden ve farkındalığın yokken sana birçok bilgi yüklerler. Hafiften bilinç kazandıkça sen, eyleme geçersin kendi hayatınla ilgili. Nereye yürüyeceğin, ne ile oynayacağın, ne yemek istediğinle ilgili kısıtlı seçeneklerin olduğunu görürsün. Peki illaki bir tanesini mi seçme hakkın var? Hepsi olsun, hepsini iste! Ya da bir şey hoşuna gitmiyor mu? Katiyen olmaz, bana yaptırtamazsınız!

İşte bu noktadan sonra gerçekler ile yüzleşir insan. Yaşadığı bir aile ve ailesini kapsayan bir çevre vardır. O kadar ki ona sunulan seçecekleri bile yaratan o çevre olmuştur. Var olanlardan neyi seçip seçemeyeceği ona çevresi tarafından söylenir. Neden yapmam gerektiğini söylüyorsun, neden yapmamamı istiyorsun diye sormaya başlar insan. Ona türlü gerekçeler sunulur. Bu gerekçeleri görmezden gelirse kınanır. Can yakmamalıdır, eğer yakmaya devam ederse konuşulur onunla. Anlamamaya devam ederse gereken cevabı alır. Hata karşısında ders alır. İnsan istek ve eylem arasındaki ilişkiyi ve dengeyi böyle böyle zamanla öğrenir.

Peki ya insan hangi çevrede hangi davranışları yapar?

İnsanın büyüdüğü çevrede denge olmadıysa, neyi yapıp yapmaması gerektiği ile ilgili kendisine verebileceği ve inandığı netliğe kavuşmuş bir cevabı olmaz. Bu durum inanılmaz rahatsızlık vericidir. Kırmızı bir çizgisi ve benliği net olmayan, öncelikleri sürekli değişken biri çok yorgundur çünkü insanların verebileceği tepkilerle ilgili tedirginliğe sahiptir. Bu yüzden insanları sınar. Tepki alacağı noktaya kadar ilerler. Tepki alır, hatta ileri gitmiş olur ki fazla tepki alır. Sonra af ister. Eğer affedilirse de yaptığının affedilebilir bir şey olduğunu düşünür. Yine hata yapar, yine ve yine.

İnsan kuralları katı bir çevrede büyürse eğer, şu iki şey olabilir. İlki şudur ki, insan uyulması istenen kuralları yerine getirdiğinde de karşılığını iyi şekilde alıyorsa, o kuralları taviz vermeden en iyi nasıl uygulayabileceği ile ilgili düşünür durur. Dini, ideolojik, kültürel ve töresel sınırlar içerisinde karar verir yapacağı eylemlere ve bunun nesiller boyu aktarılmasını ister. Ancak ikinci olarak şu da mümkündür ki, insana bu katı kurallar sevdirilmez veya o kurallara uymakla ilgili verdiği çabalar karşısında pek de bir şey elde etmiyorsa, o kuralları gereksiz görür ve bu kuralların düşmanı olur.

İnsan kuralsız bir çevrede büyüdüyse ya davranışlarında çok geniş davranır ya da çevresindeki bu “geniş”likten rahatsız olup katı kuralların savunucusu olur.

İnsanın büyüdüğü çevre onun istediği her şeyi elde etmesini sağladıysa eğer, o insanda değer kavramı oluşmaz. Bugün istediğini yarın istemezse bu gayet doğal bir şey olur o birey için. Çaba ve kazanç arasında bir ilişki kurmaz. İstediğine ulaşamaması en büyük kabustur ve bu konuda da oldukça sabırsız ve dayanıksızdır. Hayat ilerledikçe görür ki her istediğine gelecekte de ulaşıp ulaşmayacağı kesin değildir. Fakat onun için çabalamak ölümdür. Çalışmadan kazanmakla kafayı bozar. Planları bunun üzerine olur.

Son olarak da insana büyüdüğü çevrede ona hiçbir şey elde etme şansı verilmediyse eğer, kendisini hep şanssız ve çaresiz hisseder. Ne yaparsa yapsın hiçbir şeyin değişmeyeceğine olan inancı onu ömrü boyu bırakmayabilir.

Çevre insan üzerinde bu denli etkili bir şeydir ve insanlar içerisinde bulundukları çevreler ve şartlar çerçevesinde neyi yapıp yapmayacaklarına ve nasıl yapmaları gerektiğine kafa yoruyor. Peki ya çevreyi belirleyen faktörler nelerdir? Cevap çok derin katmanlara sahiptir aslında: coğrafya, ticaret, etkileşim, eğitim, savaş ve daha niceleri. Ancak her bir olgu her bir yaşanmışlık bizi bir yerlere götürür: geleceğe. Geçmişten öğrendiklerimiz tüm insanlık olarak bizim geleceğimizi inşa eder. Belirli şeylere sırtımızı dayarız ancak bu zamanla değişir. Bu da dönemleri, çağları meydana getirir. İlk çağ için hayatta kalma, kast sistemi, mitoloji ve ticaret ön plandayken; orta çağ için din, feodalite, otorite önemliydi. Sonrasında rönesans ve reform ile insanlar akıl ve sanata, kendilerine yöneldiler. Aydınlanma çağı ile bilimin peşinden koşmaya başladılar, insan sağlığı ve refahını arttıracak akılalmaz buluşların temelleri atıldı. Sanayi devrimi ile paraya olan bakış tamamen değiştiği gibi ekonominin temel taşlarının ne olacağı ile ilgili sert ayrılıklar yaşandı. Ardından savaş ve barış ile ilgili çok şey öğretti bize 20. yüzyıl, yaşanan 2 dünya savaşı ile birlikte. 21. yüzyılda otoriter rejimlerin etkisi azaldı, bilişim teknolojileri ile bilgiye erişim hiç olmadığı kadar yükseldi, özgür ve çeşitli düşünceler birbirleri ile etkileşti, akıl ile bilimin gücü ülkeleri yükselten en önemli unsur haline geldi.

Bunca yaşanan değişimler, olaylar, yanlışlar ve öğrenilen doğrular bizi farklı bir çağa taşıdı ve taşımaya devam ediyor. Artık kültürler birleşiyor, ülkeler bilimin ve eğitimin önemi hakkında atılımlar yapmanın önemini yadsıyamaz durumda ve insanlar hiç olmadığı kadar daha fazla seçeneğe sahip kendi hayatları hakkında. Her bir insan ne kadar kendisi olmaya çalışırsa çalışsın, sen zaten çağının sana öğrettikleri ile sensin. Tarihte doğrular ve yanlışlar yoktur, alınan kararlar ve sonuçları vardır. Bu sonuçlar kimine göre iyi kimine göre kötüdür ancak bir gerçek var ki herkes o olaydan payını almıştır. Aileler ve devletler, çocukları çağının getirdiklerine hazırlar. Bahsettiğim “sert kurallar altında büyüyen çocuk” yetişirken hangi kurallar bütünü çerçevesinde olabilir, işte bu bile kendi çağının ideolojisi ve dini anlayışı ile doğrudan ilgilidir. Ya da “her istediğini elde edebilen çocuk” böyle bir ortamda büyüyebildiyse bu bile o dönemin imkanları ile ilgilidir: Günümüzde değer kavramı oldukça sorgulanıyor ve bu tesadüf değil, gerçekten de yaşadığımız çağda neredeyse herkesin onlarca giysisi oldukça fazla eşyası ve hiç olmadığı kadar (sosyal platformlar aracılığı ile) etkileşimi var.

Yetişen çocuklar, kendi çocuklarının yaşayacağı çevreyi kuruyor, o çocuklar da kendi çocukları için aynı şeyi yapıyor ve bu böyle gidiyor. Önemli olan şudur ki, tüm insanlık olarak geçmişimizi unutmadan ilerleyelim ki tekerrüre düşmeyelim…

Kadir Göktuğ Üver - 208